29 Ekim 2021 Cuma

Tahmin Edilebilirliğin Kusuru


        Baca deliğinden içeri baktığınızda ne görürsünüz? Muhteviyatı kolaylıkla tahmin edilebilir kara lekeler. Bir ömrün içinde gizlendiği odun parçaları küle dönmüşte boyanmış etraf. Bir ağaca veya topluluğuna bakıldığınızda; zengin ahşap oymaları ile bezenmiş eşsiz kutuları görebildiyseniz, kafiye öbeklerinin birbiri ile cenk ettiği dizelerin sıralanmış olduğu kağıt parçalarını hissedebiliyorsanız sanırım ikinci adıma hazırsınız...

        Bir eserle ilk karşılaşmamızda o eserin ait olduğu sınıflara göz gezdirmem, dikkat seviyemi ayarlamamda oldukça yardımcı olur. İşin matematiğine uyulması benim için fazlasıyla elzemdir. Neredeyse her şeye göreceli bakabilecekken sınıflandırmalar genelde kavram olarak doğru aralığı belirlerler. Zira eserin temel seviyelendirmesi ait olduğu sınıfı iyi temsil edip edemediğinin daha net bir sayısal göstergesidir. Bu sınıflardan görece en dengesiz olanı komedi ve dramdır. İnsanları güldürmek kadar ağlatmada zordur ancak bu iki sınıfla neredeyse aynı zorluk derecesine sahip olan başka bir başlık derecesi olduğuna inanıyorum.

        Gizem sınıfı doğrudan merak duygusuna hitap ettiğinden izleyiciyi veya okuyucuyu her daim zorlu bir balığa benzetirim. Gizem faktörü öyle serpme ağ ile veya yüzey yemi ve kepçe ikilisine gelmez. Özellikle ilgisini çekebilecek türlü yemler ile bezenmeli iğne. Öyle derinliği de yüzeye yakın veya çok uzak şeklinde düşünülmemeli. Kademeli olarak her derinlik aralığında bir yem olmalı ki beklentiyi en azından dikkat çekicilik seviyesine ulaştırabilsin. Her kademedeki balığı aynı anda çekmek takdir edersiniz ki oldukça zorludur, iş böyle olunca kalemi keskin oyunculuğu sağlam insanlar gereklidir ki bu noktada her şey harap olmasın. Ancak dönüm noktası da tam burasıdır. Zira bilindik isimlerin kalemi tanıdık lekeleri tekrar eder. Kadro yeterince sağlam değilse iş baştan belli olur.

        Gizem faktörü büyük bir başlık olmak zorunda değildir. Başlanılmış bir eserin yetkin olmayan ellerce takip edilmesinin tek çaresi merak duygusunun yüksek ateşte tetiklenmesidir. Sanırım ateşi çok fazla olursa buna gerilim diyoruz. Bu bağlamda The Tourist (2010) adlı filmi izlerken işler istenildiği gibi gitmiyor.

        Başrol oyuncularının afiş veya başka bir yerden görmemiş olsak da tanıdık simalar diğer tüm yüzlerden ayrılıyor ve ben buradayım diyerek halay çekiyor. Üstelik -ne zaman- sorusunu düzenli sordurmak isteyen yapım bunda da pek başarılı olamıyor. İzlerken tatlı hissiyatı zamanla ekşileşen bir yemeğe dönüşüyor. Verilmek istenen buysa, evet ulaşılmış fakat hiç tanımadığım oyuncularla izleseydim nasıl olurdu sorusu bir türlü aklımdan çıkmıyor doğrusu!

        Bu yüzden yeni rastladığım yazarlara da oyunculara da bir fırsat verme taraftarıyım doğrusu. Tanıdık olmayan coğrafyaların filmlerinin, kitaplarının etkileyiciliği de işleri değiştiriyor. Animasyonların bu konuda çok daha etkili olduğu düşüncesindeyim. Zira çizim dilinin aynı stüdyo veya çizerden denk getirmediğiniz takdirde başlı başlına yeni bir dalgada olduğunuz hissiyatını elde etmeniz mümkün oluyor. Mükemmel olmayan çoğu durumda olduğu gibi animasyonda da ses daha etken bir rol oynuyor. Zira yeterince eser tükettiğinizde pahalı seslerin son sahnede bu etken rolü oynayabileceğinin farkında oluyorsunuz.

        "Bilgisayar Tabanlı İmgeleme"(CGI)'lerin son dönemdeki görsel eserlere hızla yansıması durumu ve bu işin 'Yüz Hareketi Yakalama' teknolojileri ile birleştiği noktada daha başka oyunculukları konuşur olduk. Figür birden fazla kişinin en hakim olduğu noktalarca bezenip ifade edilir oldu.

        İşin nihayetinde, eserin süresinin de yer aldığına dikkat çekmeliyim. Zira tepe değeri yani harcayacağınız zamanı biliyor oluşunuz, gözlem dilimleyicinizin dikkatli olacağı kısımları belirlemesinde oldukça önemli. Bazen sadece bilmemek daha mutlu ediyor; özellikle tüketimin neredeyse her sınıfından bunu görmek üzücü olmasa da, sanırım bilmediğini fark edip öğrenmek arzusu ile tutuşan insanların azlığı asıl üzücü olan.

        Bu yazıyı halihazırda bir internet tarayıcısından okuyorsanız kenarda yer alan kaydırma çubuğunda bulunduğunuz noktanın tamamına oranını gördüğünüzde bir takım şeyleri tahmin edebildiğinize eminim; kaç cümle sonra olayı bağlayacağımı, veya daha ne kadar daha uzatacağımı öngörebiliyor olmalısınız. Belki elinizdeki bir kağıt tomarı da bazı şeyleri ifade ediyor olabilir.

        Vaktin önemini her gün, dünden daha iyi anlarken "Tahmin Edilebilirliğin Kusuru" na denk gelmeden edemiyorum... Tükettiğim her eser sadece vaktin geçerli akçe olduğu başkaca diyarlarda, tezgah da gördüğüm ürünlerde ibaret ve açıkça söylemek gerekirse bazılarının fiyatı bin ömür ederken, bazıları ise nefes vermek mukabilinde bile değil.


Kullanılan görseller: 0,


Kaynaklar:
www.pnas.org

22 Ekim 2021 Cuma

Seçimler ve Seçenekler

        Beraber yaşadığımız yeryüzünde sürekli bir alışveriş ve görev paylaşımı içerisinde hayatlarımızı sürdürüyoruz. Bir kısmımız ağır yüke dayalı işlerde çalışırken diğer bir kısmımız ise hassas incelik isteyen işlerde yer buluyor. Kimi masa başında saatlerce oturuyor kimi tek saniye dinlenemiyor. Aynı oranda bedenen gelişen kasların yerleri de değişiklik gösteriyor. Çeşitli meslekler, insanlık genetik mirasına doğrudan veya dolaylı yoldan katkı sağlıyor. Tüketim ve üretim; alışkanlıklarımıza işleniyor.

        Yaptığımız, takip ettiğimiz ve hayranlık duyduğumuz işler öğrenme becerilerimizi denetliyor. Ulaşılabilirlik katsayımız her geçen gün değişiklik gösterirken, rüzgar hep beklenmedik yönden esiyor.

        Kolayın olası tercihler sıralamasında ön planda olması, akışta yer alan daha önceki tercihlerimizle orantılı. Üstelik bunu anın her kesitinde görmek mümkün geçtiğimiz günlerde Nature Computational Science bülteninde yayımlanan makalede yer alan en keskin güzergah tanımı da buna uyuyor. İşin özünde Kolay'ı, sadece Zor olmadığı için tercih etmiyoruz. Daha ziyade verimlilik ve artan tüm kaynağı daha da önemli bir başlığı yatırmak adına bu seçimleri yapıyoruz.

        Toplumların daha önemli başlık arayışları ne kadar uzarsa, görece kolay seçim miktarı o kadar artıyor. Makalede yer alan ve seçilmiş temel güzergah görece en kısası değil, ancak en kısasına göre daha az uğraş gerektiren bir yolu barındırıyor. Toplum dışarıdan verdiği sahne icabı ile geleceğini düşünmeyen bir resim çizse bile, enerjisini hep daha önemli bir şey için gizliyor.

        Zor yolları bekleyip, gördüklerine de dahil olmayanlar zamanla enerjisini yitiriyor. Bu bağlan da önerim çocuksu sevinçlere geri dönerek buji vazifesi görecek çok dillendirilmeyen bir taktik. Üstelik geleceğe yatırım ve bilgi toplumunun temsilcisi olma yolunda etken olabilecek kadar iyimser bir yol.


        Çocukken sizi mutlu eden en temel şey başarı basamaklarını ip atlayarak çıkmaktır diye tahmin ediyorum. Bu cümle olası bir cevap içermiyor... Şöyle tanımlayalım. Akrep ve yelkovanı bulunan bir saati doğru okuduğunuz ilk an, reklam panolarındaki yazıları dile getirdiğiniz yürüyüş anı, kendi kendinize okuyup bitirdiğiniz ilk kitap, ezberlediğiniz ilk şarkı veya şiir. Dijital destek olmadan çektiğiniz ilk fotoğraf. İlk kez ses kaydınızı veya görüntünüze denk geldiğiniz an. Bir müzik aletinde gerçek manada çalabildiğiniz ilk parçayı bitirdiğiniz an...

        İşleri karmaşıklaştırmak adına değil de kolaylaştırmak adına çeşitli araçlara sahibiz. Müzik aletleri için notalara, saatler için rakamlara ve pek tabi yazılar için alfabelere. Farklı alfabeye sahip yeni bir dili öğrenmek ile, temelde gördüğünüz tüm yazılı materyallerde okumayı yeni sökmüş bir çocuğun hevesi ve heyecanını tekrar yaşadığınızı hissedebilirsiniz.

        Yeni rakamlar ve harflerin görsel çözümleme yeteneğimizi olumlu yönde etkileyeceği kesin. Hali hazırda bulunduğumuz yaşımıza gelene kadar yaptığımız tüm çalışmalardan elde etmiş olduğumuz kas gücü, bu yeni rüzgar karşısında bir kez daha eğlenmeye başlayacak orası kesin.

        Ortak dil, uluslar arası uzay istasyonu, ileri matematik adına geçerli tüm semboller, beraber yaşadığımız yeryüzünde bir parçamızı ifade ediyor. Ama diğerlerine de ihtiyacımız var. Ölmüş olan dillerin konuşulduğu topraklardaki kayıp anlayışa ulaşamayacak olmak bizi bir daha düşünmeye sevk etmeli.


Kullanılan görseller: 0,1,


Kaynaklar:
nature

15 Ekim 2021 Cuma

Hayalin Gerçek Mesafesi


        Bütün planlar gerçekçi bir hayalin yansımasıdır. Ulaşılabilirlikleri ise mesafeleri ile orantılıdır. Sonuç odağından ayrılmayan bir çift göz, ancak tek düze bir tada ulaşabilir.

        Gerçeklik çizgisi ile hayalin uçurumu, tanım gereği dans eden bir teraziden farksızdır. Denge konumunu ne arzu etmeyen vardır, nede ulaşabilen. Öte yandan bu ikilinin en büyük benzetimi ışık oyunları ile anlaşılır. Işık kaynağı, kontrol yüzeyi ve gölgeyi oluşturan siz. Işık kaynağı hayallerinize denk gelirken, kontrol yüzeyi ise gerçekliği temsil eder. Siz hayallerinize ne kadar yakın durursanız gerçeklikte belli belirsiz bir gölgeye sahip olursunuz, gerçekliğe ne kadar yakın durursanız son derece keskin hatlarınız aşikar olur. Durumun yapısı gereği ışığa yaklaştıkça yüzeyde kapladığınız alan artarken keskinliğiniz azalır. İşte tamda bu noktada hayallerine fazla tutunan insanlar yüzeyde belkide fark edilemeyecek kadar silik ve içinde olduğunuzu anlamayacağınız kadar büyük bir varlığa sahip olmakla gerçekliğe etki edemezler. Diğer taraftan yüzeye fazla yakın olmak olası diğer tüm senaryolardan habersiz; tekil yüksek bir odak ve eritici uzmanlığın körlüğünde keskin hatları ile korunan kaleye namzettir.

        Hayale dokunacak ve kaplarcasına kadar yakın olmak; aynı hayali görenlerce gerçekliğin, sizin ışık geçirgenliğiniz nispetinde tekrar renk alması ile sonuçlanır. Verimlilik ilkelerinin gölgesinde, aynı zamanda ısı kaynağı olarakda değerlendirebileceğimiz bu ışık kaynaklarına uzun süre yakın bulunmak pek mümkün değildir. Belkide bu yüzdendir ki aynı hayalin etrafında pervaneler misali dönerler ve yanarlarda yinede ışık kaynağından bir şey eksiltmezler...

        Bu bağlamda iki sınırda da at koşturmanın heycanı ile gezilmez ise yolda; ne önemi ve sınırın ha bu ucunda, ha şu ucunda...



Kullanılan görseller: 0,1,

8 Ekim 2021 Cuma

Sesimi Duy En Derinden

        Beste ve güfte yan yana duran iki dikkate değer temel. Fakat aklı kurcalayan duydukları değil de duyurdukları olsaydı nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyorum.

        Ses kayıt cihazlarının ulaşabilirliği yadsınamaz bir gerçek. Dolayısı ile ister video eşliğinde isterse sadece ses kaydınızla ilk karşılaşma anınızı hatırlamanız oldukça önemli. Zira bu karşılaşma yaşanılmaya değer bir kareyi beraberinde getiriyor. Yeryüzünde bir benzerinize rastlama ihtimaliniz oldukça düşük. Benzer derken fiziksel veya fikir yansımalarından bahsetmiyorum. Bu başka bir yazının konusu. Ses suretiniz ile ilk karşılaşmanız oldukça derinden olan bir bağın kopuşunun çığlığıyla eşdeğer. Ömrünüz boyunca sürekli ve en derinden duyduğunuz bu ses buketlerini dışarıda gördüğünüz an; kendimize yabancılaşmamızın başlangıcı olarak kabul görebilir.

        Nihayetinde dinlemiş olduğumuz eserlerin ezgisel bütünlüğünün bir kez daha deneyimlemeye açık olduğuna inanıyorum. Dudağın(Ses teli) sahibi söylerken güftesini, kendisinin duyduğu gibi dinlemek isterdim. Zira ses içeriden her daim daha iyi gelir. Sözler düşüncelerle her an sahibi ile uyum içerisindedir. Fakat dudaklar arasından uzaklaştığı her an etkisi azalır, keşfi uzaklaşır.


        Şimdi okuduğumuz şiirler, kitaplar veya eşlik ettiğimiz şarkılar en iyi içtenlikle anlaşılabilir. Değer verdiğimiz eserler; değil kendilerini duymayı, görmediğimiz halde kıymetliler seviyesindeyse bu ancak derinden duymamızla mümkün olmuştur. Fakat marifet konusunda hala kararsızım.

Duymak mı elzem en derinden, söylemek mi;
Yoksa yazmak mı habersiz diğer her birinden
Duymaksızın tüm uyarıları yola mı çıkmalı
Ya da duymayacak kadar yoldan mı uzaklaşmalı
Kaybolma telaşı ile derinlere mi dalmalı
Veya derinlerde kaybetmeli mi her şeyi

        Sonuç ne öyle ise. En nadir örtüler altında sakladığımız sırlarımızın dışarı çıkması korkusu da ancak bu şekilde açıklanabilir sanırım. Kendimizde dahi dillendirdiğimiz iç sesimizi duyabilecek bir kulak yokken; nasıl olurda sırlar aşikar olabilir.


Kullanılan görseller: 0,1,

1 Ekim 2021 Cuma

Kum Tanesinin İzinde


        Baharat arastası; sadeliğin peşine düştüğüm ve yıllar önce kaldığım şehirde denk gelmişti yol üstüme. Pek tabi yol değişikliği denemesi, bu sonuca eriştirmişti beni. Lakin bu karşılaşma talebinde ötesinde yer aldı. Zira iki arasta yan yanaydı. Diğeri sakatat diye tabir edilen yoğun ve saklama koşulları iyi olmadığı takdirde görece rahatsız edici bir kokuya sebebiyet veren kendine has alacısı olan bir arastaydı. Giriş öyle gözükünce insan yeni yollar deneme ihtiyacı duymuyordu çoğu zaman.

        Siyah ve beyaz yan yana geldiğinde ne kadar belli ederlerse aradaki çizgiyi öyleydi bu içinde olduğum manzarada yer alan esrarengiz keskinlik. Fakat gün öylece bitmedi. Sakatat arastasının bitiminde baharat bölümü başlayınca zıtlık aşikar oldu. Kokular dem aldı biri diğerini yüceltti kaldı.

        Bu olaydan yıllar sonra düşünceleri frenleyip de tek bir konu üzerinde ileri veya geri gitmeksizin yükselebilmek adına bu tekniği kullanır oldum. Çöldeki vaha, yolcuya nasıl keskin görünürse bende o keskinliği elde edebilmek için kumu kullanır oldum. Kumların gizemi bütünlüklerinden gelir. Son derece ufak taneler yılların verdiği yük altında aşınmış tüm birikimlerinden arınmışlığın simgesi niteliğindedir. Günlerin rüzgar vasıtası ile süre gelen yolculukları sonucunda oluşturdukları tepeler yükseklik bakımından haritalanamaz bir coğrafya meydana getirir. Öyle ki aynı dinginliğe sahip deniz bile benzer etkiyi sağlayamaz. Zira rüzgar anlık olarak suyun üzerinde dansını gözler önüne serer, çarşaf etkisindeyken de ışıkla beraber renk değişimleri derinliğinde düşüncelere sevk eder ve pek tabii ufuk çizgisinin uzaklığı derinliğin etkisini arttırır.

        Kumun diğer bir hatırası ise ikilemdir. Yılların yıpratışı ile tane olmaya ulaşılan yolculuğunu, yine yıllar önce insanların süre sınırlarını belirlerken yardımcı oluşu izledi. Haritalanamaz coğrafyasında başkaca tanelerden ilham alınmasını, sadeliğinin de katkısıyla sağlamış oldu. Saat kavramını tekrar tasarladı ve zıtlığın timsali hacimce iki büyük parçanın incecik bağlantı noktasıyla vakti ölçtü.

        Bağlantı noktalarının keşfi uçsuz bucaksız kumların hayali ile daha mümkün gibi gelmiştir. Üstelik bu kum okyanusuna yeterince yukarıdan veya uzaktan bakarsanız sizin varlığınızın da kaybolduğu rahatlıkla hissetmiş olacaksınız.



        İstediğiniz sonuç çölü mü geçmek, bir gece daha hayatta kalabilmeniz için kayıt noktası olan vahalara mı ulaşmak bilmiyorum... Fakat çölü ve iklimini her aklıma getirdiğimde Shokugeki no Soma[食戟のソーマ(Soma'nın Yemek Savaşı)] adlı animeden bir ekran görüntüsü gelir. Bu ekran görüntüsü ise beni sonuca ulaştırmayı amaçlayan başka bir etkendir. Sanırım bu sahne 4. sezon 11. bölümde yer alıyordu.

"İlerlemeye devam eden başkaları da var..."

        Ancak en başa dönersek yıllar önceki deneyimin son halkası başkaca bir boyuttu. Zira içinde yürüdüğüm yapının giriş ve çıkış bölümleri sakatat orta bölümleri ise baharat üzerine bir yerleşim düzeneği sergiliyordu. Çölün ortasında bir vaha fakat ilerlemek ve tekrar çöle girmeniz gerektiğini unutmamanız gereken bir yer. Dışarıdan bakıldığında asla gözükmeyen vahanın varlığına şahitlik etmem, sadece o çöle girme cesaretini göstermemle mümkün olmuştu. Yıllar önce, yıllardır kullandığım yolu değiştirmemle bu yazının sonuna gelmiş olduk...

Kullanılan görseller: 0,1,