30 Nisan 2021 Cuma

Duvardaki Böcek



        Günün sonunda, en fazla 20 cm uzaklaşabilmişti.
        Güneş tekrar doğduğunda ortadan yitip gitmişti.
        Belki hiç bilemeyecekti ne kadar yol yaptığını,
        Yolundamıydı işler belki de bilmek istememişti.

        Gezegenin en kalabalık sınıfının araçsız görülebilenler olarak düşündüğümüzde, böcekler olduğuna kanaat getirmek zor olmasa gerek. Bu küçük yaşamlar gözlenebilir azmin, en kolay örneğini sergilemekten çekinmeyen canavarlar. İnsanlığın çalışkan olarak niteleyebileceği aktiflikte maceralarını gerçekleştirirken görülebilir ötesinde bir sahne sergiliyorlar.



        Anlayamadığımız yaşamlar için çömelmek veya daha da yükselmek gerektiğine inanmışımdır. Optik teknolojisi anlamsız veriyi ancak hareket ederek bilgiye dönüştürebilir. Fakat ömür boyu karşılaştığımız onca veri, bilgiye dönüşmek üzere depolanıyor. Nicesinin veri olduğuna inanılıyor, ne garip!

        Tüm bunların yanı sıra analiz yeteneğimiz denek sayımız ile tamamı ile doğru orantılı. Aslına bakarsanız tüm bilimsel makalelerin temelinde ölçülebilirliğin olduğundan bahsetmiştim. Şimdi ise test alanının büyüklüğünün sonuca olan etkisinden bahsetmeliyim. Varsayımsal olarak üzerinde çalıştığınız bir projenin sonuç odaklı ilerleyişinde kaybolduğunuz gerçeği ile karşı karşıya kaldığınızı düşünüyoruz. Sık kullanılanlar bölümünde yer alan tek proje temelli çalışma prensiplerinin genel sorunu, ezici yük altındaki tekillik problemidir. Şirketler çağında büyük projeleri, küçük şirketlerden ziyade büyüklerin başardığını görüyoruz. Tekillik sorununu gidermenin bir diğer yöntemi ise küçük lokmalar teorisi ile örtüşmekte.

        Karınca toplumunun tek bir ferdini yakında inceleme fırsatınız olduysa, çalışmaktan ziyade keyfi gezintiye çıkmış veya bedeninden büyük bir yemeği gezdirmek üzere takılan çok ayaklı(sayı sayma sistemi çok eskiden 1,2 ve çok şeklindeydi.) bir canlı ile karşılaşırsınız. Bu canlının yazının başında belirtilen erdemlere uygunluğunun tecili, ancak çevresine de odaklana bileceğimiz yeni bir lens ile mümkün olabilmekte.

        Tasarımın nihayetinde izlenilmesi gereken sürecin tekillik olmadığının farkına varıyorum. Nitekim soluk soluğa yürüttüğüm projelerin parçalara bölünmek sureti ile yürütülmesi pek daha mümkün gözüküyor. Fakat işin sonunda yani iki farklı yöntemle ulaşılmış sonucun insan doğasında elde edilecek keyif üzerine etkisini merak etmiyor değilim.

        Bir yemeğin az miktarda günlerce üst üstte yenmesi veya sınırları zorlayıp çok daha kısa sürede bitiminin etkisini düşündüğümde kararsızlığım bir kez daha artıyor. Genelde insan vücuduna baskılar dışarıdan gerçekleşir. Bu işlem fizikselde olsa mental de olsa doğrudan dışarıdan bir olay ile vuku bulur. Ama yeme faktörünün büyüklüğü içten bir sıkışıklık oluşturacağından, büyük projelerin tek porsiyonda tüketimi vereceği hissiyat itibari ile böyle özetlenebilirdi. Öte yandan yeme işleminin ne için gerçekleştirdiğinizde bu sistemde anlayışın değişmesinde önemli bir araç. Derecelendirmek, tatmak, karın doyurmak vb...

        Belki de bir proje bitmeden diğerine başlayanlardansınızdır. O zaman dilinizin tat algılayıcılarının doğru sonuçları vermesi adına sıfırlama işlemi gerçekleştirmeniz gerek. Sanırım bu işlem uzak doğuda zencefil turşusu ile yapılıyor. Peki proje camiasında nasıl? Belki projeler için böyle bir imkan sağlanamıyordur. Ama o zaman çıkan sonucun yetkinliği daha fazla tartışmaya açılmış oluyor.

        Bu durumda yine başa dönmeden önce ortalara bir yerlere bakalım isterseniz. Son proje ve bir öncesinin benzerliğinden ziyade bütünü özümsemek adına geçmişe yönelik tüm eserleri yorumlayabilme katsayısını merak ediyorum. İlk okuldayken öğretmenimiz günlük tutmamızı önerirdi. Ama alelade bir günlük beni cezbetmiyor. Sosyal medya katkısı ile yıllara göre albüm, fotoğraflardaki gülümseme yüzdemi hesap eden bir yazılımla en mutlu olduğum günlerin analizi, sanırım hiç biri yeterli değil. Peki ya fotoğraflarda yanımda olan insanların sayısına göre bir filtre olsaydı. İsteğime en yakını bu olurdu sanırım.



        Duvarımda bir böcek yürüyor ve ben onu izliyorum. Geçmişini bilmiyorum. Yani tahminlerim var elbet fakat nereye gittiğinden de habersizim aslında. Daha önce neler yaptığını kimlere ilham olduğunu bilmiyorum. Yapabileceklerini tahmin edemiyorum. Onun gözlerinde hayalini göremiyorum. Bazen görebilmek için ışığı yakmak iyidir. Bazense tamamen karanlıkta kalmak. Koca şehirlerin keşmekeşliği, çürümüşlüğü yok olur karanlıkta. Işıl ışıl parlamaktan geri durmaz artık. Ucuz yollu bir mikroskopsa kullandığınız ışığınız yoksa hiç bir iş görmez artık.

        Öte yandan hamleler tükendiğinde, akla şu sözler geliyor yine;
"Bir pozisyonda ne oynayacağınıza karar veremiyorsanız tenuki yapın." -Go Atasözü
Tenuki; Rakibin son hamlesini dikkate almayıp, cevaba değer görmeyip başka bir yere oynama durumu.

        Tenuki yapma zamanı yaklaşıyor...

        Bütün eşyayı kuşatan, derin bir nazar
        Baka kaldı sisli ve esrarengiz cihana
        Kapatmıştı gözlerini bu sessiz diyara
        Oysa durağanlık sadece mezarını kazar

Kullanılan görseller: 0,1,2,3

23 Nisan 2021 Cuma

Zaman Makinesi I


    
     "Batan güneş çoktan yarını aydınlatmaya başladı." [Gintama açılış müzik videosundan bir cümle]

        Birincil tüketim maddesi varsayılan olarak sudur. Daha sonra yiyecekler kademeli şekilde eklenebilir. En üst nokta ise yenmez içilmez lüks tüketim ürünler diyebiliriz. Sıralamanın neresinde olduğunu bilmediğim maddi olmayan duygusal tüketim ürünleri de bir yerlerde olmalı diye düşünüyorum. Fakat bizim konumuz yine yiyecekler ile ilgili.

        3 yıl önce denk geldiğim sanatsal çalışmanın bende bıraktığı etkiden midir bilmem, benim için önem arz eden yemeklerin veya bu yiyeceklere ulaştığım mekanların değerini düşündürdü.
Belirli bir süre akıntıları ile mücadele ettiğim şehrin merkezine oldukça yakın bir noktada ızgara çeşitleri sunulan bir lokantayı dillendirme gereği duydum. Kendisi şehirde bulunduğum yıllarda yanılmıyorsam 4 şubeden oluşan ufak bir lokantalar zinciriydi. 3 numarayı deneme fırsatım hiç olmamasına rağmen, üzerine daha derin düşüncelere dalmam gereken 2 numaralı şubesidir.

        Fiyatlandırma kesinlikle ucuz olmamakla beraber mekanın içerisine girmeden camın üzerine yazılmış fiyatları görebiliyorsunuz. Böylece sürpriz faktörü ortadan kalkıyor. Ama lezzet peşinde fiyatın önemsizleşmesi sorunundan dolayı 2 numaralı şubeye defaatle gittim. Farklı kombinasyonları denemekten kendimi alamadım. Hem yemek menüsü(adana, kuzu, ciğer ve tavuk
ayrıca içecekler) hem masanın karşısında veya sandalyemin yanında olanların farklılaşması ile güzel bir yelpaze elde edebildim. Bu yelpaze diğer şubelerde de denenmesine rağmen aynı muntazam sonuca ulaşmama yardımcı olmadı.



        Bahsedilen sanatsal çalışmanın açıklamasına göz gezdirildiğinde, gezegenin öbür ucunda mekan algısı temelinin yine yiyecekler ile sağlandığını görüyoruz. Mutfağın varlığı yok olma tehlikesi ile karşılaştığında tüm temsilciler mührün kaynağını kendi sanatsal ifadeleri ile taçlandırıyor.

        Tüketim faaliyeti sadece karın doyurmak için değil, anı mühürlemek adına da kullanılır. Zira 2 numara %50 oran ile tek gitmişimdir. Bazen 2 bazen 5 kişilik geniş sofralar gezegenin sorunları ile ilgili yoğun muhabbetler bu leziz yemeğe eşlik etti. Zira ev sahibi oydu. Bu mekan inakaya gibi yıkılma tehlikesi ile karşılaşmadı. Hatta yazıda kullanılan ilk foto yakın zamanda şehri ziyaret eden yemek arkadaşlarımdan biri tarafından çekildi. Aslına bakarsanız bana 10 Kr'ye lisans hakları ile sattı. Fakat fatura sorunları sebebi ile ödemenin gerçekleştirilemediğini belirtmeliyim.

        Kebap yediğim bir mekanı modellemem gerekip gerekmediğini merak ediyorum. Fakat masa etrafında toplanmış aç kesimin kelimeler kullanarak daha lezzetli bir sofra oluşturduklarına düşünüyorum. Ancak tek yemenin de kendine özgü ayrıcalıkları sunduğunu söylemeliyim. Kime ait olduğunu bilmiyorum fakat geçenlerde kayıt olmaya çalıştığım web sitesinde öğretici bölümde yer alan şu söz "Kendi kendinize konuşmanın bir avantajı, en azından birinin dinlediğini bilmenizdir." tek başına ziyafeti daha iyi tanımlıyor.



        Bu eşsiz yiyecekler, kendilerine ulaşma temelinde çok daha heyecan verici serüvenler gizliyor. Yetiştirilmesi için geçen tüm bu süre, hasat edilmesi adına olgunlaşma aşaması ve çok daha önemlisi saklama koşulları. Elde edilen eseri saklayabilme yeteneğimiz buzdolabının icadı ile başladı sanıyorum. Daha öncesinde soğuktan ziyade sıcaktan faydalandık. Kurutmaya olan çabamız o kadar güçlüydü ki pastırmaya ulaştık. Ama pastırma başka bir hikaye için şimdilik kalsın. Buzdolaplarının icadının yanı sıra teknolojik gelişmeler durmadı.

        En büyük icatlar listesi hakkında kitaplar yazılmışken, heyecan peşinde koşuyor değilim. Tam bu noktada bir kitap önerisi aklıma geldi. Belki de 10 yıl önce okumuş olduğum bu kitap tarihin ilginç ikililerinden biri olan "Vida ile Tornavida - Witold Rybczynski" hakkında.

        Saklamaya olan inancımız önce görsel olarak ortaya çıkmıştı, gelişim ressamlık sanatını geri plana atsa da video kayıt kısmına gelindiğinde fotoğrafın dahi önemi yitirilmeye başlandı. Gerçi bu sıralamada buzdolabının daha sonra olması ilginçtir. Sanat yemekten bile önce tutuldu diyebilir miyiz? Şu sıralar sanat görsel manada hareketli sanal resimlere kaymaya çalışsa da ilerleyen günlerde sanırım puslu yarınlar daha görünür olacaktır. Zira sanatın tanımlanması, ölen insanların eserleri üzerine ya da tarihin yani günün ölümü üzerine tepinip duruyor olması ile ilintili. Ölen insanların geçmişten seslerini duyduğumuz veya görüntülerini görebilme gerçeği ile yaşıyoruz. Fakat daha da önemlisi insanlar öldükten sonra bile onların yemeklerini yiyebiliyoruz. Buzdolabının icadı ile ileriye dönük dondurulmuş gıdalar yenilebilir halini koruyor. Bu da bizi evlerimizde garip ve tutarlı olmayan zaman makinesi bulunduğu gerçeği ile baş başa bırakıyor.

        Şu an kaybolan nesneler dinamiği adı altında işleyeceğimiz konu ölüm olmamalı. Kaybolan her değerin peşinden ona ait bir anı not alınır. Notlarında kaybolma ihtimalini göz önüne alarak değerlendirmeleri yenileyebilmek veya hatıraları canlandırabilmek için tüketilebilir kaynaklara ihtiyacımız var. Fiziksel olarak gezegenin başka bir noktasında denk gelememe ihtimaline karşın, yemek yediğim insanların hatıralarının en azından varlıklarının mekana kazınmış hallerini buraya not alıyorum.

        Başka bir öneri ise eğer yolunuz düşerde adana kebap yeme arzusu içerisinde olursanız, siparişinizi bol yağlı olarak isteyin lütfen.




Kullanılan görseller: 0,1,2,3

16 Nisan 2021 Cuma

Eğitimin Kutsal Toprakları


        İnsanlığın, atalarına oranla daha ileriyi hedeflerken izledikleri yol beni her daim şaşırtmıştır. Zira ilerlemek çoğu kez öncekinin üzerine konulmak sureti ile gerçekleştirilir. Soyut ve somut kavramların anlaşılması biliş seviyesi ile doğru orantılı. Aslına bakarsanız bilimin temellerinde ölçü araçlarımız yatıyor. Bilim ancak ölçülebilir değerler üzerine inşa edildi. Dolayısı ile insanlık ölçülemeyen tüm değerlendirmelerde ya akıl almaz ilerlemelere ya da gerilemelere ulaştı.

        Akademik dünya ölçülebilen ve tekrar edilebilen deneyler üzerine kurulu yazılı metinlerden ve bu metinlerin bir birine olan bağlantılarından ibaret. Aslına bakarsanız lisans eğitimi düzeyine kadar yazılı metinlerin grafik ve formüllerin anlamlandırılması arasında geziyoruz. Öğreten kaynağın aracılık seviyesine olan güven günümüzde sarsılmaya devam ediyor. Zira okuma kavramı yeterince anlamlı değil. En azından tek başına.

        Karşılaştırma psikolojisinde olması gereken, 2 parça için değerlendirme işlemi esnasında dışarıdaki başka bir referans noktası ile sağlıklı sonuç ulaşmaktır. Yemek yerken dahi bu işlemi gerçekleştiriyoruz. Aslına bakarsanız. Gerçekleştirdiğimiz her eylemde referans noktalarımıza ihtiyacımız var. Sonuçta referans noktamızın ne olduğu kararlarımızı etkileyen ana nokta. Zaman için bu noktaların ilerlemesi veya nadir de olsa gerilemesi mümkün de olsa, olayın özünde vakit ve enerji kaybından söz edilebilir. Temelde sınırlı sürede varlığımızın mevcudiyetini ispatladığımız yeryüzünün kaynaklarını verimli kullanmak zorundayız. Bu noktada en önemli kaynağın diğer insan yaşamlarının süresi olabilir.



        Referans noktası oluşumu birincil eğitim seviyesi olarak, sorun çözümüne önemli katkılar sağlayabilir. Eğitim dediğimiz sıralı değişim merkezleri kağıt üstü bilimine deneyler ekleyerek ispatı mümkün kavramlarla bezemekle kalmıyor mu? Bu noktada bilimsel kaynakların sadece fizik, kimya, biyoloji gibi fen bilimlerinin geniş yelpazesinin çok yüzeysel geçildiği kanaatindeyim. Bir konuda uzman diye nitelendirilen kişiye tam mana üzere saygınlığı ancak benzer bir yolun yolcusu bilebilir. Yemek yapmayı hiç deneyimlememiş biri kendisi için hazırlanmış yemekler için burun kıvırabilir. Bu işlem belki aynı uzmanlık için de kaybolmuş kişiler içinde gerçekleşse de temelde iki arasındaki fark anlatmak istediğim ana hedefim olacak. Yüksek kaliteli müziği dinlemek, baharatların tadına bakmak, başkaca esansları koklamak veya benzeri üretim işlemlerinde bizzat bulunmak referans noktası oluşumunda detaylı ağaç yapısına sahip olmak ile eşdeğer. İnsanlar gördükleri, duydukları ne varsa söz öbekleri ile değerlendirdiklerini düşünürler. Vâkıf olmak yolun yolcusu olmayanda gözüken hal değil.



        Eğitimin kutsal topraklarında saygınlığın düşmesi deneysel verilerin bireyselleştirilememesidir. Hikayede yeriniz yoksa sizin için anlamı da yoktur. Genç nesillerin birbirinin benzeri soruları çözmesi çeviklik katabilir fakat aidiyet katamaz. Soru çözümü eğitimi yerine sorun çözümü eğitimi daha iyi bir referans noktası oluşumunun mimarı olacaktır. İşlem esnasında hedefe giden yolun bir çok sorunları da barındırdığı düşünüldüğünde zihin sarayı oluşumu benzeri öğrenimin kapıları açılacağına inanıyorum. Üniversitelerde kulüp etkinlikleri yeni sorunlara gebe toplumların bilişsel yeteneklerini son derece olumlu yönde etkiliyor. Kalite arayışındaki bir çok şirket bunun farkında olarak, üniversite dışı aktivitelerinizi merak ediyor. Zira mezuniyet fikri önemini yitiriyor. Kalıcı olma arayışındaki insanlık değişimin içerisinde kendini ispatlama noktasını genelden birden fazla zorlamıyor. Eğitim neferlerinin bu işi yapabileceğine dair bir belgesi olması kesinlikle yeterli olmamalı. Eğitilen kişiye kendisinin de eğitim macerasını bırakmadığı hissettirilmeli. Bu bağlamda ancak akademik düzeyde öğretim görevlileri makaleleri ile ispat noktasını defaatle zorlayabiliyor. İsterim ki küçük yaştaki insan toplumunun eğitimden sorumlu olan kişiler dahi bu anlayış içerisinde olsun.

        Çalışmanın, sonuca varmaktan daha iyi olduğu bir eğitim sistemi arayışında olmalıyız.
        Star Trek NG s3b16 bir sahnede Data ve kendisi gibi bir android arasındaki şu tartışma;

"...
- Onları izledim ve yaptıkları şeyleri bende yapabilirim ama asla o duyguları hissedemem. Aşkı asla öğrenemeyeceğim.
D- Bu kabullenmeyi öğrenmemiz gereken bir sınırlama.
- Peki neden hala insanlara benzemeye çalışıyoruz. Bunun bize eksik olmamızı hatırlatmak dışında ne gibi bir amacı olabilir ki.
D- Daha fazla insan olmaya her çabaladığımda bunu bende kendime defalarca sordum. Tâ ki, çabalamanın daha önemli olduğunu anlayana kadar. Olduğumuzdan daha fazlası olmak için çabalamalıyız. Nihai hedefimize ulaşıp ulaşamadığımızın bir önemi yok. Çabalamanın da kendine özgü bir ödülü var.
- Çok bilgesin ...
D- Bilgi ve tecrübe arasındaki fark da budur.
..."

        Detayların kaybolduğu bilgi tufanında, kirli atmosferi soluyor ardından uzmanlığa olan inancımızı yitiriyoruz. Tatmadığımız yemekler hakkında fikir beyanında buluyoruz. Arabi bir söz var, her şey için geçerliliğini koruyan fakat en çok Aşk'a yakışan "Tatmayan bilmez". Sevgi Agatha Christie'nin bir kitabında şöyle tanımlanıyordu, "Dünya üzerindeki en güçlü kelime sevgidir. Çünkü insanları güçlü kılar."

        Eğitim her anında konuya dahil olmak ile mümkün. Daha sonra kullanılacağına inanılan formülleri yemliğe dökmek olmamalı. Tarihin her alanında girizgahlar yapılmamalı. Detay her şeyden elzem. İnsan ömrü her konuda bilgili olabilecek kadar gelişmiş olmadığını daha önce dile getirmiştim. Fakat zirveyi tatmayan bir yavru kartal, ne bilir zirvenin tadını. Yumurtadan çıkışı sarp kayalıktır onun. Yuvadan ayrılışı yukarıya değil aşağıya doğru bir eğriyi simgeler. Hedef yeni ufuklar olsa da, daha önce tatmış olduğu zirveye geri döner. Bir gün yeni bir yuva kurması gerektiğinde artık daha iyisini yapma vaktinin geldiği zamanı bilmektedir.

        Zirve tanımlaması ne kadar aşağı olursa hedef o kadar düşük olduğundan. Yavru insanların eğitim düzenlemesinde eğitim dönemleri boyunca her alanda zirve tatların deneyimlendirilmesi bu yüzden önemlidir. Bu kendine eğitim verenlerde gördüğü bitmeyen arayış ışığını da dikkate değer kılacak ve saygıyı arttıracaktır. Toplum düzeni ve gelişmişlik böyle yakalana bilir diye düşünüyorum. İnternet bir çok eğitimi içinde barındırmasına rağmen sıkılgan tavırla masanın üzerindeki her şeyin tadına bakma telaşı içerisindeyiz. Fakat masanın üzerindeki her ürün ihtiyaç değil, daha da önemlisi değerlendirme kriterimiz maalesef yeterli değil. Referans noktamız olmadan her şeyi öğrenebileceğimiz düşüncesi ile sadece karnımızı doyuruyoruz.



        Ömrün bir kısmını başkaca arayışlar peşinde olan şirketlerin adayları için başvuru aşamasında öz geçmiş istendiğini varsayıyorum. Bunun yeterli olmadığını daha sık görmeye başlasak da, asıl istenen kişiye ait portföydür. Zira kişinin nerede bulunduğundan ziyade ürettiğinin ne olduğu daha çok önem arz eder. Belki on elinde on marifet düşüncesi ile çeşitlerine de bakılabilir. Bu bağlamda çoğu akademisyenin fiziksel olarak elle tutulur ürünler barındıran bir portföyü bulunmaz. Çoğu bilimsel makale fiziksel testler veya temelinde fiziksel testlerin bulunduğu formüller ile soyut kavramlar etrafında at koştursa da günün sonunda bilmeyen gözlerde etkileyici parıltılar oluşturamaz.

        Daha sade anlatım; tadım aşaması ister istemez önemli ancak arzu edilen tadılan ürünler arasında sevilenin peşinde yok olma fırsatının verilip verilmeme durumudur.

        Toriko adlı manganın bir sahnesin de geçen şu cümlerler; (61 sayıda geçmektedir.) "Yüzyıl aralıksız süren ve tüm dünyayı kapsayan devasa bir savaş meydana gelir. Böylesine büyük bir savaş nasıl sonuca ulaşır? Bu sorunun cevabı gurme restorantından gelen birinin getirdiği 'YİYECEK' tir. Bu yaşlı adamın ismi Acacia'dır. Savaş halindeki ülke liderlerini tek tek ziyaret edip, kendilerine bir yiyecek sunar. Liderlerin gözlerini yaşa boğacak kadar lezzetli olan yiyecek, liderleri dünyada yaşayan diğer insanların da bu tadı öğrenmeleri gerektiği düşüncesine sokar. Savaşı kaybedip ölüm halinde bir daha bahsi geçen yiyeceğe ulaşamama düşüncesi ile korku ile dolarlar. Dünyayı dolduran delilik yok olur. İyi bir şey yiyince heycan ve mutluluk aynı anda gelir. Bu kavgayı bitiren bir şey değildi, ama insanların birbirleriyle  birşeyler paylaşmasının kapısını açtı. Dünyayı barışa sürükleyen ve savaşı durduran yiyeceğin adı 'TANRI' ydı. Bu isim bir efsane haline geldi ve 'YİYECEK' çağının başlattı."

        Tadını bilmediğimiz şeyleri arzuluyor, deneyimlemediğimiz maceralara özlem duyuyoruz. Bunun karşılığı olarak, hedef için yeterli gayreti göstermekten uzak bir hayat ile zamanımızı bitiriyoruz. Hali hazırda üzerinde çalıştığınız işin daha iyileri mevcut, daha iyisine olan merak duygusunun aşılandığı yarınlarda görüşmek üzere... Sevginin her daim çıkarılan ürünlerde görünmesi temennisi ile.

        Şems-i Tebrizi'nin sözlerini, yukarıda gerçekleştirdiğim israfı bir kenara bırakmanız adına ekliyorum;
        "Aradığın şey o kitaplarda değil, aradığın şeyi okuyarak bulamazsın. Sende eksik olan şeyi gözlerinle tamamlayamazsın. Aradığın şeyi dünyada arayacaksın, aradığın şeyi yüreğinle bulacaksın. Dünyadaki tüm kitaplar, tüm hesaplar, akıl oyunları, sayfalarca laflar, sevginin yerini tutmaz. Okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın.”




Kullanılan görseller: 0,1,2,3,4

9 Nisan 2021 Cuma

Uzayda Balık Tutmak



        Gerekli koşulların sağlanması durumunda; çalışan oltanızın, taze(yakalamak istediğiniz şeye göre değişiklik gösterir. Su altındaki her canlı taze besin arayışında değil.) yeminizin ve tabii tutulacak balığınızın o konumdaki var oluşu ile alakalı eğlenceli bir arayış hikayesidir. Sonar ve benzeri bir kaç teknolojik aracın bu hikayeyi kısa tutması durumu haricinde, astrolojik bazı etkenler dahi bu eylemin gerçekleşme durumuna olumlu veya olumsuz şekilde etkileyebilir.

        Oltayı göz yanılgısının temsili olan düz atlasa yönlendirirsiniz. Konumunuzu bildiren halkalar avlamak istediğiniz her şey için davetkar sinyalini yaymış olur. Her ne kadar görsel izleniminizi su seviyesinde engelleyecek pek bir şey olmasa da. Arayış hikayesinin özünün arananın konumunun tam olarak bilinmemesinden dolayı sıvının altındaki görüş seviyesinin düşüklüğü bu işlemi daha eğlenceli kılar.



        Tüm bu varsayımlar nezdinde ihtimallerin arttırmak adına, kullanılan cihazların daha gelişmişine sahip olmak veya insanlarca nadir ziyaret edilen bölgelerde avlanmak hissiyatı içinde bulunabilir. Öte yandan tecrübe ve bilimsel açıklamalar ile dile getirebilecek yem derinliği ayarı pek önem taşır. Zira her türün derinlik algısı(çoğunlukla hayatlarını sürdürdükleri derinlik bölgesi.) farklı olacağından takıldıkları bölgede yemin bulunması ihtimallerin sizin tarafınızda yükselişe geçtiğinin simgesidir.

        Sıklık balık tutmaya giden, bu gerçekleştirmelerin çoğunu internet ortamında belgeleyen insanın tabii olarak kendine sunulan reklamlarda(yem), turistik uzay seyahati bileti görmesi pek muhtemel değil. İnsanlarında kendi içlerinde bir derinlik algısı pek tabi olabilir. Bu durum rahat ettikleri odaları, bilgisayar tabanlı kimlikleri, takip ettikleri ve tüm önerileri not alıp kenara bıraktıkları hayatlar(ın)dan bahsediyorum. Hani şu yüzeye yakın olanlardan...



        Dünya üzerinde ürünlerin geneli yok olmak yerine el değiştiriyor, buna kısaca ticaret diyoruz. Aslına bakarsanız, okyanusları aşma fikri, sömürge sistemi ve son olarak ticaret eğiliminin çıkışının üzerinden çok zaman geçmedi.

İnsanlık uzun süredir yukarıya bakıyor.
Gecenin yaldızlı perdelerini sayıyor.
Kimi kendinden bir parça arıyor.
Kimi tükendiği hayallere tapıyor.

        Perdeler ardındaki nice hazine davetkar ışıklarını her gece gözler önüne seriyor. Bu hazinelerin varlığı şehirlerin taklit ışıklar altında silinirken varlıkları yok olmuyor. Suyun altındaki balıklar nasıl orada duruyorsa hazinelerde bizi beklemekte. İletişim kurmayı, üretmeyi ve dahi tüketmeyi seviyoruz. Anlatılmayı ve anlatmayı seven başka bir iki ayaklı tanımıyorum...

        Derinlere inebilme yetilerinin, çoğu diğer türe göre takdire şayan olan balinalar bir yüzeye de ihtiyaç duyar. Yüzeye yakın olan her canlının mantıksız tüketim ve onaylama esiri olduğunu farz etmek doğru değil. İnsan oluşumuz toplum içerisinde her daim ticareti gerekli kılıyor.

        Orada siyah perdelerin ardında ticaret yapacak değişik türler arasında olacağımız günlerin gerisinde yaşıyoruz. Öte yandan sıkıcı olan kısma gelmedik bile. Oltamızın kıpırdanmasının geçtim, bu siyah kumaşın üzerinde tek bir mantarımız yok. Mantarın hareketinin beklendiği zaman dilimi en sıkıcı kısım olarak adlandırılmasına rağmen bence bu bölüm doğru bir seçim değil. Aranızda MMORPG oyunlarının tadına bakmayan varsa anlatması zor bir durum. Şöyle açıklayalım. Belirli miktar yük alabilen bir çantanız var(doğal olarak), kesildiğinde içlerinden ticari değeri olan eşyaların düştüğü yaratıkları kesmeye gidiyorsunuz. Bu yaratıklar genelde satış noktalarına uzaklarda duruyorlar. Dolayısı ile git-gel durumu sizin oyun sürenizden yiyor. Bu yüzden çantanız dolsa bile daha değerli olduğunu düşündüğün eşyayı alma adına elinizdeki ürünün bırakılması durumu. En sıkıcı durum budur.

        Eğlenmek için yok etmeyi seçeceğimiz karanlık çağın seslerini duymamak elde değil. Araçlarımızın mihmandarlığında her gördüğümüz kaya parçasını parçalayacağımızı düşünmüyorum. Fakat değerli madenlerin ticareti mekan veya zaman değişiminden olumsuz yönde etkilenmeyecek bir meslek türü. Malzeme bilimi yükselişe devam etmeyi planlıyor... Roger'ın gemisinin ana malzemesi olan ağaç yine aynı hayalin peşine düşmüşlerin gemisinde bulunur. Fakat bu demek değil ki her gemiyi alan bir şey bulacak. Her olta sahibi kovasını balıkla mı doldurdu veya her kovasını dolduran geri mi döndü?

        Siyah perdenin kalkması ile sahnenin yeni maceracılarla dolacağı kuşkusuz. Merkezi ışıldayan sıcak
büyük kayadan sonraki üçüncü kayadan ne kadar uzaklaşacağız. Akla gelen bir diğer soru ise ne zaman
geri döneceğiz. Taş ve topraktan başka bir şey bulamadığımızı anlamak ne kadar sürecek ya da ticari ilişkiler kurabileceğimizi yeni insansılar ile tanıştığımız gün ne kadar uzakta?

        O, 20-30 yıl önce dünyayı gezenler, şuan tekrar gezdiklerinde aldıkları tat ne denli değişti. İletişimin hızlanması özgün kültürleri ayağımıza getirdi, ve değiştirdi. Yıllar öncesinin ilkleri yürüdüğümüz sokak köşelerinde dükkan açtı. Gelme biz getiririz dendi. Sen dur senini için biz uçak yaparız. Senin için en rahat sürüş keyfi için araçlar üretiriz, Yemek yapmak için zaman harcama, senden çok daha kısa sürede ve çok daha lezzetli ve daha önce denediysen tadının hep aynı seviyede olduğu hatasız yiyecekler yaparız söylemleri tabelalarda göründü. Bu cümleler simgeler ile eşleşti. Duyularımızın doygunluğu her daim başkalarının eserleri ile sağlandı.

        Bir balığın, yem olmadıkça ne işi olur sizin oltanızla. Kendinden küçük, yaldızlı taklit balıkla bile ilgilenirken; mat bir kanca ile uğraşacağını sanmıyorum. Daha büyük yemlere ihtiyacımız var. Belki de daha çok açılmalıyız kıyıdan uzaklaşmadıkça büyük balıklara denk gelme ihtimalimiz o kadar az ki... İhtimalleri arttırma vakti geldi. Yıllar önce ırmaklarda küçük altın tanelerine rastlayanlar, insanı az toprakları kazmaya başladı. Altına hücum böyle başladı. Ama bu avcılar çok daha öncesinden altının değerli olduğunu biliyordu. Uzayda bilinmeyen bir çok maden ile karşılaşılacak, bunların radyasyon benzeri insana zararlı ve fark edilebilme ihtimali noktasında yetersiz ekipmanlar ile gidilecek. Riskin büyüklüğü ancak kazancın kendisi ile ölçülebilir.

        Çevremizde dolaşan gök taşlarının bir kısmı yeryüzünü ziyaret etme cesareti gösterirken, kara nehrin altın taneleri parıldıyor. Pek tabii bir kısım asteroit ve kuyruklu yıldızlar tozlarını bırakmaktan geri durmuyor. Popsci de okuduğum şu yazıdaki geçen veri ise aradaki "az, çoktur" teorisini karşılıyor. Zira Gezegenimize gelen tozların 5200 tona karşılık gelmesinin yanında gök taşları gibi büyük cisimler ise on tondan daha az miktarda.

        Balıklar için en iyi yem tarih boyunca öğrendikleri doğal yemlerdir. Özellikle büyük şenlikler. Evet, yağmurlu havalardaki böcek festivallerinden bahsediyorum. Yüzeyi ziyaretleri doğal akıştır. Yaşamın simgesi su yine yüzeye döner. Yine yaşamın simgesi olan suyu ötegezegenler de yağmur yağıyor mu sorusu ile eşleştirmekte mümkün. Nitekim diğer nadir olaylar nadir balıkları yüzeye getirir. Japonya için depremler, derin deniz balıklarını sahil sermektedir.



        Macera ruhla bütündür. Ya adım atmaktan zevk alırsınız ya da nefret edersiniz. Hazine peşinde olduğu sanılan Luffy(One Piece adlı çizgi romanda geçen bir karakter) dahi maceranın kendisini önemsediğini defaatle gösterdi. Kendi için koyduğu hedef en tepeydi. Ancak macerayı yaşamadan bu hedefe ulaşmak istememiştir. Gon(Hunter × Hunter adlı çizgi romanda geçen bir karakter) bile nefret etmesi gereken duruma, terk edilmesinin sebebini görmek adına maceraya atılarak göstermişti duygusunu.



Karanlık bir sos, yıllarını verip tadını arttırıyor.
Soya denilen bu şeyin tadı, dilimin üzerinde oynuyor.
Ya karşılaşma doğru değil ya da yıllar kayboluyor.
Galaksimiz içindeki parıldayan taneleri ile kaynıyor.

        Açıkça söylemek gerekirse taşa toprağa hasret deyilim. Ötegezegenler de bulunan ırklarla kültür muhabbeti hoş olurdu. Fakat muhabbet esnasında yiyeceğimiz yemek daha bir merak konusu. Zira yeni ve bahsedilmeye değer soslar istiyorum.

        "Uzay, son sınır. Bunlar yıldız gemisi Atılganın maceraları. Görevi farklı yeni dünyaları keşfetmek. Yeni hayat ve medeniyetler bulmak ve daha önce kimsenin gitmeye cesaret edemediği yerlere gitmek."
-Star Trek Next Generation açılış sahnesi.

        Sizin için balık tutacak, yemek yapacak, radyasyon veya türevlerini emecek insanlar bulabileceksiniz. Hatta maceralarını kayıt altına bile alacaklar. Peki siz ne yapacaksınız?





Kullanılan görseller: 0,1,2,3,4,5



2 Nisan 2021 Cuma

AlphaGo



        Bir insanı değerlendirirken kriterleriniz nelerdir?

        Genelde elektronik cihazlar için sayısal değerlendirmeler tercih ediliyor. Ancak bu değerler üreticiler tarafından belirtiliyor ve belki kağıt üstünde bağımsız kurumlarca değerlendiriliyor. Sayısal veriler çoğumuz için bir şeyler ifade etmekten oldukça uzak bunun yerine aynı ürün sınıfında rakipleri ile karşılaştırarak sonuca varmaya çalışıyoruz. Aslında sadece bununla kalmıyoruz. O ürün grubunda daha önce bir deneyimimiz olmuşsa onunla da karşılaştırıyoruz. En temelde ürün veya muadili ile deneyimimiz olup olmadığı önemli bir nokta. İkincil değerlendirme çözümü değerlendirmelerine saygı duyduğumuz başka insanların değerlendirmelerini dikkate almak oluyor.

        Kararımızı etkilemesi gereken kriterler bütününün nüvesi "amaç" olmalıdır. Alınacak ürün sayısal olarak üstünlüğü ya da kullanıcı yorumları ile kullanılmaya değer gözükse de kullanım amacınız için yeterli değilse veya amaç dışı nitelikleri ile fazlaca masrafa girmenize sebep oluyorsa tercih listenizde gerilere düşmeli. Tüm bunların yanı sıra amacınız doğrultusunda bir çok değişken cihaz verimini etkileyecektir. Cihazın çalışacağı ortamın iklim bilgisi, kullanım sıklığı ve ne kadar yük altında kalacağı vb...



        İnsanları değerlendirirken öncelikli gözlem yeteneklerimiz bir takım bilgiler sunuyor. Fakat onları yük altına sokup ölçüm yapmak her zaman mümkün olmuyor. Üstelik insanlar da iklim tarafından etkileniyor, bir takım uyku düzenleri veya yedikleri içtikleri, hepsini olmasa da bir kısmını etkileyebiliyor.

        Çoğu zaman insanlar beyinlerini kullanmak sureti ile işlerini gerçekleştirirken, çok daha azı fiziksel özelliklerinin hayat oyununda önemli bir etken olduğunu düşünüyor. Çok uzun zaman önce bir arkadaşımdan halı saha maçı oynamaya davet edilmiştim. Bu teklifi hiç kabul etmemiş olsam da daha sonra çok miktarda tenis oynamıştık. Bu maç karşılaşmaları isteğinin altında yatan temel sebebi analiz kaynağı elde etmek olduğunu belirtmişti. Tabir doğru ise insan analizi için rekabet odaklı yük altı çalışma durumu, ana hedefti.

        İnsanlar; iletişim anında tüm sıradan senaryolarda kontrol altında  bir iletişim yürütürler. Araya değişkenler eklenerek duygu analizi gerçekleştirilebilir. Hassas konulara verilen tepkilerin her biri önemli bilgilerdir. Fakat tüm bu dürtme işlemi bireysel ilişkileri olumsuz etkileme yönünde adımlardır. Bunun yerine daha dışarıdan ve kesin olmayan bilgiler ile veri dönüşümü yapılmaya çalışılır. Kişinin okuduğu kitaplar, dinlediği müzikler, izlediği filmler, çalıştığı yer veya eğlence anlayışı... Kısacası parayı nerden kazanıyor ve nereye harcıyor soruları fark ettirilmeden öğrenilmeye çalışılır. Belirli miktarda uyum yakalanıyorsa birliktelik devam eder.



        Tüm bu zorlu işlemler uzun soluklu bir serüvenin habercisidir. Aslına bakarsanız bir takım internet bağlantılar size çok daha hızlı çözümler bulabilir. Fakat bundan yıllar önce... Sanırım 4000 yıl önceden bahsediyoruz. Bir oyun yeryüzüne gülümsedi. Rivayetler çeşitli olsa da birini buraya not almakta fayda görüyorum; Çin hükümdarı oğlunun bir imparatorun sahip olması gereken yeteneklere ulaşabilmesi adına hizmetindekilere bir oyun bulmalarını emreder.

        Ortaya çıkan oyunun adı "GO" 'ydu. Çin'de "WEİQİ", Kore'de "BADUK" ve Japonya'da ise "İGO" adıyla anıldı. Oyun, masa oyunu denilebilecek bir tahta ve taşlar ile oynanıyordu. Tahta, üzerinde 19 dikey, 19 yatay çizgilerin kesişmesi ile oluşuyordu. Taşlar ise 181 siyah 180 beyaz ile toplam 361 taneydi. Zaman içerisinde kurallar eklense de oyun basitliği ve az miktarda kuralı ile davetkar bir yapı sunuyordu. Taşların kural kapsamında birbirinden tek farkı renkleriydi.(Oyunu zorlaştırmak adına bazı oyuncular tek renk ile de bu oyunu oynayabilirler.) Kendi aralarında bir hiyerarşiye sahip değillerdi. Oyun sonunda beraberliği engelleyebilmek adına beyaz +6,5 veya +5,5 Komi (puan) ile başlar. Uluslar kendi içlerinde bu ek puanın sayısal değerlerini değiştirse de +0,5 'lik fark beraberliği etkileyen asıl nokta iken, komi'nin beyaza verilmesinin sebebi ise oyuna her zaman siyahın önce başlamasıdır.

        Oyunda ki temel amaç, rakibin taşlarını öldürmek değildir. Zira tahta üzerinde kral veya rütbeli herhangi bir taş bulunmaz. Hepsi aynı özelliklere sahip bu orduyu yöneten kişi sizsinizdir. Verdiğiniz kararlar geri alınamaz yani tahta üzerindeki kesişim noktalarına koyduğunuz taşları oynatamazsınız. Amaç öldürmek değil savaş arazisi üzerindeki en geniş alana hükmetmektir. Sonuçta dünya üzerindeki savaşlar genelde toprak hakimiyeti ile ödüllendirilir. Arazi üzerindeki üstünlük sonucu belirler. Ve oyun biter. Öldürmek için değil yaşamak için oynanan bir oyun. Oyun içerisinde geriye kalan bir kaç kural için veya alışılmış hamleler için bir çok felsefi söz bulunmakta... Fakat konumuz oyunu tamamı ile tanıtmak değil.



        Bu konu ile daha fazla ilgilenmek istiyorsanız, fakat yazılı materyaller bu eğlenceli seyahat adına sizi heyecanlandırmıyorsa önerebileceğim görsel materyaller; (Kitaplarda bu listede olsun, azınlıkta kalıp sorun çıkarmasınlar.)
Anime
-Hikaru no Go
Film
-The Divine Move
-The Divine Move 2: The Wrathful
Kitap
-Go Ustası  Kavabata Yasunari
-Go Kitabı  Richard Bozulich
Belgesel
-AlphaGo



        8 yaşından beri zirveye oynadığı hayatında, bir bilgisayar programı daha fazlasını yapabileceğini ispat etmişti. Evet strateji tabanlı bir savaşta. Tarih sahnesinde teknoloji gelişimi ile kas gücü çok kısa sürede alaşağı olmuştu. Günümüzde sanat tanımına uyabilecek çok daha fazla eseri yapay zeka üretebilmişti. Ruhu olmadan eserler yapabilen bir program ne ise Alphago taklit yeteneği çok gelişmiş bir abaküstü. İleriye dönük tüm hamleleri görebilmek. Yenilmezliğe oynamak noktasında kas gücüne değil zihnine güvenmiş bir adamı tahtanın ve kameraların önünde hırpalıyordu... Lee Sedol 9 Dan Pro bir oyuncu olarak 5-0 kazanacağını iddia ettiği maçı kaybediyordu. Daha önce hiç bir go maçını canlı olarak izlemedim. Fakat Lee Sedol rakibi karşısında şekilden şekilde girerken Alphago bunun farkında bile değildi. Maçın gerçekleştiği binanın teras katına hava almak için oyun esnasında ayrılan Sedol geri döndüğünde şaşkınlık uyandıran başka bir hamle ile karşılaşacaktı... 2016 yılında ki bu maç tüm go dünyasını sarsacaktı. Lee Sedol kimileri için yıkılmaz kale olarak 3 mağlubiyetin ardından yapabileceği en iyi hamleyi 78. hamleyi oynadı.



        Ruhun sadece tek taraflı hissedildiği bir oyun olarak düşünülmesi bana yanlış gibi geliyor. Alphago analiz ettiği tüm oyunların bir parçasını barındırıyordu. Ve gonun doğası gereği rakibi ile uyum içinde oynuyordu. Bir aynadan daha fazlasıydı kuşkusuz... Tüm birikimini kullanırken tahta üzerinde, bir insanın yapmaması gereken hataları da yapmaktan geri durmuyordu. Hala öğrenmeye devam ediyor...


        Rekabet gerektiren bir oyunda analiz edilecek kişi; Açgözlü davranıyor mu? Hırslı mı? Gerektiğinde hedefi için bir şeylerden vazgeçebiliyor mu? Strateji temelli ileri görüş yeteneği ne kadar gelişmiş. Zaman tüketimi nasıl? Gelişmeye açık mı yoksa eski usul mü hareket etmeyi seviyor? Aynı hatalara tekrar düşüyor mu yada hatalardan ders çıkarıyor mu? Yanıt verilmemesi gereken sorular soruyor mu? Gerektiğinde yenilgiyi kabul edebiliyor mu?



        Bunun gibi bir çok soruya cevaplar bulabileceğiniz nadir oyun...



Kullanılan görseller: 1,2,-3,4,5,6,7