Beş yüzeyli vitrinlere hapsediyoruz, belki de en sevdiklerimizi... Karşılaştığımız eserlerden bazılarını tüketmekten kendimizi alamıyoruz. Bir çoğunu yetkin damaklar ile paylaşıyor ve çok daha azını dokunmaya kıyılmayacak etiketleriyle, raflara yerleştiriyoruz.
İşte öyle günlerden bir güne daha denk geldi takvim yaprakları. Çizimi kuvvetli eser sahibi 500 sayfa içerisinden, son derece hızlı göz taramasına takılmayı başarmıştı. Söz sanatlarını hayal gücüyle renklendirmeye başaran ve imzasını, benim için hızlı sayılabilecek bir an içinde sergileyebilen mangaka beraberinde sorularını da sormuş oldu. Paylaşmalı, tüketmeli veya saklamalıydım.
Bu üç soru sadece yazılı eserlerde karşıma gelmiyor artık. Teknolojinin o engin dalgaları kıyıma her vurduğunda değerli notlarını ve haritalarını bırakmaktan geri durmuyor kumlar arasına. Pek tabii yeni ufuklar keşfetmek isteyenlerde ekleniyor bu iştah açıcı menüye. Sahip olduğumuz kültürel değerlerin derinliklerinde kaybolurken, masanın üzerindeki takdire şayan yemek dokunulamayacak bir tablonun ötesinde kalıveriyor. Hayal edilebilir tüm sahneler içerisinde bu kareye en uygun olan müzik aletleri olabilirdi herhalde. Onu kullanmadığınız müddetçe ne elde edebileceğinizin sınırları, son derece belirsiz sisler içinde gizli bir bahçedir. Hangi duygunun karşılığını bulabileceğiniz; kalp atışlarına eşlik yahut davet edeceğiniz sanatçıya kalmıştır artık.
Belki boş bir tuval de hakim gelebilir bu kareye... Yahut öğrenmeye aşkıyla yanıp tutuşan, yani talep edenlerin katılımıyla dolmuş bir derslikteki boş tahta, tanımlaya bilirdi bu anı. Sanırım dışarıdan bakıldığında yılların verdiği tecrübe ile kullanılmaya hazır boş kağıtların değeri daha iyi anlaşılırken, defterdeki yapraklar bir bir tükeniyor.
İşin özünde karşımda yer alan eser ister canlı olsun ister eşya; onu saklayabilmenin vereceği koleksiyonerlik ruhu, paylaşmanın eşsiz mutluluğu ve pek tabii tüketmenin ayrıcalığında boğulmaktan kendimi alamıyorum. Kulakta yanlış yankılanmaması adına canlı olduğunda onun varlığının mevcut bilgisini kast etmiş olduğumu dile getirmem gerekiyor. Düşüncelerine değer verdiğiniz bir insanı, kendisini anlamayacak kitlelere karşı yormanız pek iç açıcı bir senaryo değil. Onunla günlerce muhabbet edip, yolculuğa çıkmak ise onu tüketmektir sanırım ve çok daha tehlikelisi ulaşılamaz ya da dokunulmaz olarak düşünüp bağlantılarını kesmek; sadece ismen hatırlamak, saklamak olurdu herhalde.
Zaman için elde edilen vaktin kıymeti, bu üç soruya doğru anlarda cevap vermekle mümkün elbet. Yoksa vitrin ardında nice kitap okuyucusunu bekliyor. Kimi tavsiye edilmeyi bekliyor, kimi arzu edilmeyi. Döngü her tamamlanışında vitrinden kalkanlarda oluyor, yeni eklenenlerde. Ama en nihayetinde bu işi en iyi başaran kitaplar oluyor. Tüketmeyi yer yüzünün hem bilişsel(yazar) hem de maddi(sarf malzemesi) kısmıyla başarıyorlar. Kendisini okumaya cesaret gösteren kişiyle paylaştığı düşünselini ikinci aşama sayabiliriz. Hikayenin sonunda en çok söz edilecek yere en az harf kalmışken daha iyi nasıl özetlerim diye düşünüyorum. Ancak iki kapağın(tomar, parşömen, tablet gibi şeylerden bağımsız hayal edelim lütfen) arasına yerleştirilmiş olan bilginin en iyi şekilde saklandığını görmek kuşkusuz zor olmasa gerek. İnsan için dudakların aralanıp sırların dökülmesi ne ise, kitap içinde kapaklar o demektir, vesselam.
Kullanılan görseller: 0,1,2,3